9-10 Mayıs tarihleri arasında MCT tarafından düzenlenen İnsan Kaynakları Zirvesi bu yıl “Şimdi ve Sonrası” teması ile gerçekleştirildi. BİLİN olarak HUMANIST İnsan Kaynakları Yönetim Sistemi ürünümüz ile birlikte biz de bu zirvede yerimizi aldık. 29 Mayıs Salı günü de bu kez Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen “HRBP Summit 2018 - İşin Ortağı İnsan Kaynakları” zirvesinde ülkemizin çok saygın kurumlarında İnsan Kaynakları yöneticiliği yapan değerli konuşmacıların sunumlarını dinledik.
Eve döndüğümde, yakın zamanda gerçekleşen bu iki etkinliğin arkasından aklımda kalan kavramları şöyle bir listelemeye çalıştım:
ðTüm dünyada ve kurumlarımızda teknoloji ve iş dinamikleri açısından yaşanan büyük değişimler var. Bu değişime İK’nın da ayak uydurması gerekiyor.
ðÖzellikle teknolojideki hızlı değişim nedeni ile iş yapış şekilleri, çalışma ortamları, çalışanların beklentileri ve yaklaşımlarında ortaya çıkan etkileşim çok yoğun.
ðİnsan Kaynaklarının bu değişimde “İşin Ortağı” olarak üst yönetimin içinde yer alması artık bir zorunluluk.
ðMobil teknoloji, iletişim, robotlar, robot yazılımlar, sanal gerçeklik, İK yazılım uygulamaları artık İK’nın doğal bileşenleri haline geliyor.
Oturup biraz düşününce, bu konu ile ayrıntılı olarak ilgilenmeye başladığım 1990 yılından bu yana aslında iç detayları değişiyor olsa bile, konuların temelde pek de değişmediğinin farkına vardım. Şöyle ki:
ðBilgisayarların 1890 yılında Amerika nüfus sayımında ilk olarak kullanılmasına rağmen, bu konudaki lider firmalardan biri olan IBM’in 1924 yılında kurulması, 1972 yılında bilgisayarların yaygın kullanılmasına ciddi etkisi olan mikro işlemcilerin icat edilmesi sonrasında artık teknoloji iş hayatına ciddi olarak etki etmeye başlamıştı. Yüksek lisans tezim ile ilgili olarak 1984 yılında okuduğum, 1982 yılında Terry G. Rowan tarafından yazılan “Managing With Computers” adlı kitap da bu konuya ilk ayrıntılı olarak değinen ilginç bulduğum kitaplardan biriydi. Kapağındaki grafiği çok sevdiğimden aşağıda sizlerle de paylaşmak istedim. Yani, kabaca bu işin 1978 gibi bir yıldan itibaren küresel olarak etkilerinin yaygınlaşmaya başladığını düşünsek bile, bu konu 40 yılını rahat rahat doldurmuş.
ð“Organizational Behaviour – Örgütsel Davranış” konusu Amerikan Psikoloji Derneği tarafından akademik bir çalışma alanı olarak 1970’lerde tanınmış olmakla birlikte, bu konunun kökleri 1920’li yılların başlarında Hawthorne Electric Company tarafından, çalışma ortamında yapılan değişikliklerin çalışan verimliliğini nasıl etkilediği ile ilgili yaptığı araştırmalara kadar dayanan bir ilgi alanı. Yani nereden baksak bu konu da en az 50 yıldır işleniyor.
Diyeceğim o ki, değişim zaten insanoğlunun varlığından da önce, hatta evrenin başlangıcı ile birlikte (belki daha önce ??) var olan bir olgu. Çok yeni bir şey değil yani. Değişimin hızı ise kişiden kişiye değişiyor. Hızlı ya da yavaş olduğunu genel olarak belli bir ölçüte göre saptamak kolay değil. O nedenle, bütün bu kongrelerde, toplantılarda sürekli olarak bir değişimin olduğunu, değişimin ne kadar hızlı olduğunu, buna adapte olmamız gerektiğini falan uzuuuuuun uzun tartışıp defalarca buharlı makinelerden bu yana akıllı telefonlar ve robot resimleri ile birlikte (özellikle Sophia’yı neredeyse her konuşmada görüyorum) teknolojinin tarihçesini anlatmak ve dinlemek yerine; etkisinin önemli olduğuna inandığımız değişiklikleri tek tek ele alarak onların ayrıntılarına odaklanıp nereden kaynaklandıklarından, ne olduklarından, hayatımızı nasıl değiştirdiklerinden ve onlardan nasıl yararlanabileceğimizden örnekleri ile falan bahsetsek hem kongrelerde geçirdiğimiz zamanın kalitesini hem de bu konuşmaların katma değerini çok çok artırabiliriz diye düşünüyorum.
Hepimize bu yönde düşünmeye başlamak adına bu tür tartışmalara da birkaç kısa örnek vermeye çalıştım aşağıda:
ðKısacık da olsa bu konuşmalarda arada bahsedilenlerden çıkardığım kadarı ile diğer iş birimleri İK’dan çok da zor şeyler beklemiyorlar:
Bu noktalarda İK yönetimleri bu beklentileri nasıl sağlayabilir, bunun alternatif çözümleri tartışılabilir.
ðAynı şekilde, İK birimlerinin de kendi sorumluluklarını sürdürülebilir şekilde yerine getirebilmesi için diğer iş birimlerinin de kendi sorumlulukları çerçevesinde ne yapması gerektiği irdelenebilir. Örneğin, Finans Yönetimi, Bilgi Sistemleri Yönetimi, Üretim Yönetimi gibi birimlerden bu yönde neler beklenebilir?
ðİK’nın stratejik sorumlulukları ile operasyonel sorumluluklarının dengesi çok önemli. Operasyonel sorumluluklarını layığı ile yerine getiremeyen bir İK biriminin strateji masasında çok sözünün geçemeyeceği açık bir gerçek. Bu nedenle, İK’nın operasyonel yükünün ne olduğu ve bu yükün nasıl hafifletilebileceğinin alternatifleri de detayları ile tartışılabilir. Çünkü ancak bu şekilde İK yöneticileri stratejik İK için daha fazla zaman ayırabilecek.
ðÇalışan memnuniyeti ve bağlılığının kurum başarısına etkisi artık herkes tarafından net olarak biliniyor. Bunun böyle olduğunu sürekli tekrarlamak yerine, çalışan memnuniyetini ve bağlılığını arttırıcı ne gibi yeni yaratıcı ve etkili çözümler geliştirilebilir, onu tartışmak çok daha verimli ve hedefe odaklı bir tercih olacaktır. Hatta bu konuda sektöre özel çözümler bile geliştirilmesi olası.
ðSon, ama en az diğerleri kadar önemli bir konu da veriden yararlanan İK ve İK analitiği kavramı. Veri, teknoloji ile birlikte olsun ya da olmasın, hiçbir zaman önemini yitirmeyen bir kavram. Rasyonel karar vermek istiyor iseniz, veri ile hareket etmek zorundasınız. Bunu tartışmanın ya da bu konuda birilerini ikna etmeye çalışmanın anlamı yok. Ama, teknolojideki değişim ile birlikte hangi veri gruplarının hangi İK kararlarını nasıl etkilediği ve bu verilerin ne şekilde toplanıp nasıl değerlendirilebileceğinin alternatiflerinin tartışılması ise, her zaman yeni fikirler ve çözümler ortaya çıkarmaya aday bir tartışma şekli olacaktır.
Ben de bundan sonraki yazılarımda, teknolojiyle ve İK ile ilgili olguları ele alıp bu şekilde öneriler geliştirmeye, kısa ama ayrıntılı bilgiler vermeye çalışacağım. Hepimiz açısından daha yararlı olacağına inanıyorum.